16 Temmuz 2010 Cuma

Türk Ekonomisi ve Psikolojisi: Kendimize verdiğimiz Değerin Ölçütü

Sevgili Okurlar… Bir istatistik veri ile başlamak istiyorum sözüme. Son zamanlarda bir psikolog olarak dünyada ve ülkemizde olan biten olaylara baktığımda ekonominin ne kadar etkin bir yer tuttuğunu gözlemleyerek TUİK yani Türk İstatistik Kurumu websitesine üye oldum ve buradan bana neredeyse her gün her saat ülkemizle ilgili güncel bazı veriler geliyor. Bu veriler arasında, ithalat ve ihracat, çalışan ve çalışmayan iş gücü oranları, üretim endeksleri gibi veriler yer alıyor. Bir psikoloğun bu verilerle ne işi olur diye merak ettiniz biliyorum, bu yazıyı okuyunca neden ilgili olduğumu anlayacaksınız.

Son gelen TÜİK Dış Ticaret Endeks verilerine göre Mayıs ayında bir önceki yılın aynı ayına göre, ihracat birim değer endeksi %6,7 arttı. İthalat birim değer endeksi %14,4 oranında arttı. Yani ihracatın iki katından daha fazla ithalat büyümüş… Bu durum gerek ülke ekonomisi gerekse halkın genel refahı açısından büyük önem teşkil ediyor. Açıklayalım:

Hepimiz biliyoruz ki ülkemiz tarihte olduğu kadar bugün de doğal kaynakların, tarımsal alanların, ormanların, denizin ve yerel besinlerin bolca üretilebildiği coğrafyaya sahip bir ülke. Bu kaynakların ötesinde en önemli kaynak olan insan kalitesine baktığımızda dünya standartlarının çok üzerinde bir algı ve zeka kapasitesine sahip bir halkımız var. Ancak ne var ki, biz tüm bu kaynaklar bir yana, kendi ürettiğimizi beğenmiyor, üreteni ise alkışlamıyor, yeterince teşvik etmiyor ve dolayısıyla hem dışa bağımlı, ithalatı yüksek; sadece ürün ve kaynak ithalatı değil aynı zamanda insan ithalatına da değer veren bir ülke konumundayız. Ülkemizin yetiştirdiği ancak dünyaya mal olmuş olan ve ülkemizde zamanında hiç ilgi görmeyen üstelik daha da kötüsü hırpalanmış birçok değerli insan, deha var. Örnek olarak birkaç isim size: Muzaffer Şerif-dünyada sosyal psikolojinin kurucuları arasında yer alıyor; Nazım Hikmet-açıklamaya gerek yok; Leyla Gencer-Dünyaya mal olmuş ve adı “La Diva Turca” olarak İtalya’da anılan efsane operacımız… ve daha niceleri. Bu neden böyle oluyor, neden biz kendi değerimizi bilmiyor ve hep dışarıdan gelenleri önemsiyoruz diye baktığımızda ortaya çok ciddi psikolojik bir tablo çıkıyor…. Açıklayalım:

Aslında başkasına değer vermek önce kendimize değer vermekle başlar. Ben kendime yeterince değer vermeliyim ki başkasına da değer verebileyim. Örneğin, yaşantıma, ilişkilerime, işime, kariyerime, çoluk çocuğuma, kısacası benle ilgili olan her şeye dışarıdan bir gözle bakabiliyor muyum? Yaşam benim istediğim şekilde mi, yoksa olması gerektiği şekilde, toplumun bana dayattığı şekilde mi ilerliyor? Bunu topluca sorgulamadığımızı düşünüyorum. O kadar bizim yerimize konuşan var ki, biz kendimize dönmemek için bile bu konuşanları rahatlıkla bahane edebiliyor ve diyoruz ki, “Hiç vaktim yok kendime, o kadar çok işim var ki, o kadar çok söyleyen var ki, o kadar çok…” ve devam ediyor bu şekilde. Birey olarak kendimiz için yapmadığımız her şey bir gün kitlenin büyük kararına dönüşüyor ve bu inanılmaz şekilde ekonomimizi, dışa açılmayı, gelişmişlik seviyemizi, hane halkı başına düşen gayri safi milli hasılayı…vs. etkiliyor. Bunun şaşırtıcı olduğunu biliyorum ancak ne yazık ki durum böyle.

Bu nokta üzerinde durmaya devam edeceğim çünkü inanıyorum ki bireyin dönüşümü toplumun dönüşümüne bir gün vesile olacak. Ayrıca tabii ki bireyin tek tek dönüşümünü çok beklemeden başka bir alternatif de ülkeyi yöneten adil, ahlaklı ve dürüst bireylerin gelmesi de olabilir ancak yine de bu dolaylı bir çözüm olur. Birey olarak tek tek hepimizin yaratacağı gerçeklik kadar kalıcı olamaz çünkü bu liderin de kalıcılığı uzun bir ömre ve devamında onu izleyecek olan kişilerle sınırlıdır. Bunun yerine bugün bir karar alarak mütevazi de olsa kendimize değer vereceğimiz yaşam kararlarını almaya başlasak ne iyi olur. Bu yaşam kararlarıyla ilgili gelecek yazıda açık örnekler vereceğim.

Farkındalık ve Sevgiyle…

Dr. Duysal Aşkun

www.degisimgrup.biz.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder