5 Nisan 2010 Pazartesi

Toplum olarak Psikolojik Bağımlıyız

Türk toplumu ile ilgili çok şey yazıldı ve çizildi. “Gönül toplumu, kollektif toplum, ata-erkil toplum, aileci toplum, duygusal toplum…”vs. Özellikle sosyal psikoloji ve sosyoloji alanında yapılan araştırmalar toplumumuzu anlamaya ve tanımaya yönelik birçok bulguyu ortaya koydu.
Ben ise, psikologluk mesleğimde bir 10 seneyi devirmiş biri olarak gerçekleştirmiş olduğum yüzlerce ve binlerce görüşmenin sonucunda şuna vardığımı söylemek istiyorum: “Psikolojik Bağımlıyız..” Bu kanıya neden vardığım ise bu yazıyı oluşturacak.

Bir kişi neden yardım almaya ya da terapiye gelir? Bu önemli bir sorudur. Bir çoğumuz bu soruya “sorunları olduğu için, kendini kaybettiğini hissettiği için, depresyona girdiği için, içindeki cevapları bulmak için..vs.” gibi son derece doğru ama yeterli olmayan cevaplar verecektir. Bu yetersizlik cevapların yanlış olmasından değil, toplumumuzun yeterince anlaşılmamış olmasından kaynaklanmaktadır.

Özellikle Türk insanını düşündüğümüzde, hayli yüksek derecede koruyucu bir aile yapısından gelen, çocukluğundan itibaren “kendine güven, özerklik-yani gücünü kendinden alma, inisiyatif sahibi olma” gibi konularda hiçbir şekilde desteklenmemiş; eğer evlenmemişse çoğunlukla anne-baba yanında yaşayan, evlenmişse anne-baba ile aynı sokak, apartman ya da semtte yaşayan… Ayrı bir yaşam kurmuş olsa da mutlaka bir şekilde anne ve babasına, akrabasına organik olarak gerek ekonomik, gerek iş gerekse özel nedenlerle bağlı olmaya devam eden bir birey profilinden söz ediyoruz.
Özellikle Türkiye’deki şirket profillerine baktığımızda % 90’ından fazlasının aile şirketi olduğunu ama bir türlü de dünyaya açılamamış, açılsa da global bir marka olamamış olduğunu görüyoruz. Bununla ilgili olarak geçenlerde açıklanan Brand Finance Global 500 listesine hiçbir Türk markasının girememiş olduğu ortaya konuldu. Kesinlikle üzücü ama bir o kadar da gerçek… Global olabilmek, dünya çapında başarılı olabilmek diğerlerinden farklı düşünmeyi, hissetmeyi, davranmayı, biraz aykırı olmayı, kısacası “sürüden ayrı” olmayı gerektirir. Toplumda ve dünyada liderlik ciddi anlamda bir risktir. Bu risk, “tek olmak, yalnız olmak”ı içeriyor burada.

Etrafımıza bakalım, yalnız olmayı becerebilen kaçımız var? Kaçımız günümüzü birileriyle 1 saat konuşmadan, internette facebook’a girmeden, birilerinin yolladığı mesajı okumadan ya da kendi mesajlarımızı yazmadan geçirebiliyoruz? Kaçımız yaşamımızdan gerçekten ne istediğimizin muhasebesini yapıp taşın altına elimizi koyarak önce kendimize dürüst olmayı becerebiliyoruz? Kaçımız parasız kalmak uğruna ailemizden ayrı yaşam sürmeyi, çocuğumuza bir bakıcı tutmanın dayanılmaz riskini, kısacası konforu bırakabiliyor?

Türk toplumu bir “konfor” toplumu, “değişim” zor geliyor. Yardım alırken bile terapisti anne-baba yerine koyarak ona kendimizi anlatmak ve kendi içimizde daha da derinleşmek yerine “şunun için ne yapmam lazım, bunun için ne söylemem lazım” diyerek o kişiye bile bağımlılaşıyoruz.
Bağımlı olmak rahat, ama bir o kadar da kendimizden uzak yaşamamıza neden oluyor. En son Ferzan Özpetek’in “Serseri Mayınlar” filmini izledim. Kendinden uzak olduğunda ancak bir “Serseri Mayınsın”, uçsuz bucaksız dünyada savrulup giden… gelecek, şimdi ya da geçmişi asla elinde tutmayı beceremeyen…

Farkındalık ve Sevgiyle…

Dr. Duysal Aşkun
duysal@degisimgrup.biz.tr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder